Euzu billahi mineşşeytanirracim. Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi rabbil alemin. Vessalatü vesselamü ala seyyidina Muhammedin. Ve alihi ve sahbihi ecmain. Pek Kıymetli kardeşlerim, Şifa-i Şerif dersimize başlıyoruz. Dersimiz başlayalı beri, Allah Teala'nın Resulü Ekrem Efendimizin yüce değerine yemin etmesi konusunu işliyoruz. Allah Teala, muhtelif ayeti kerimeler de Peygamber Efendimize yemin ediyor. Bu konuyla ilgili ayet-i kerimeleri okuyorduk. Bir önceki dersimizde Beled suresinin başındaki yemin hakkında konuşuyorduk. La uksimu bi hazel Beled. Bazı alimler Bu la uksimuya yemin manası veriyorlar, bazıları vermiyorlardı. Yemin manası verenler, Şöyle anlıyorlar ayeti kerimeyi: Yemin ederim bu beldeye. yani Mekke'ye ki sen bu beldenin sakinisin. Allahu Teala böyle söylüyor. Yemin manası vermeyenler de diyorlar ki, Bu ayetin manası şudur: Sen Mekke'den ayrılıp Medine'ye hicret ettikten sonra, artık ben bu beldeye yemin etmem demektir. Yine de Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin, şanı, şerefi, yüce değeri ile alakalı olarak bunları söylemiştik geçen dersimizde. Bu ayetin bir açıklaması da şöyledir kıymetli kardeşlerim. Cenabı Hak Resulü Ekrem'ini ne için yetim bıraktı? Aklımıza böyle bir soru gelmiş olabilir. Hem o kadar çok seviyor, hem de onu yetim bırakıyor. Neden acaba? Onu, bizzat himaye etmek istediği için yetim bırakıyor. Onu kendisi korumak istiyordu. Bu şu demektir sevgili kardeşlerim Allah Teala, seni emsalsiz bir yetim olarak buldu. Dürr-i yetim diyoruz ona. Benzersiz yetim olarak buldu ve seni kendisi koruyup, himaye etti, barındırdı. Evet. Amcasını vesile kıldı. Önce dedesi, dedesiyle kıldı. Dedesi onu çok sevdi bağrına bastı. Himaye etti. Hiçbir torununa göstermediği sevgiyi, muhabbeti ona gösterdi. O vefat ederken çocuklarının arasında Ebu Talib'i daha merhametli buldu. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemi ona emanet etti. Bütün bunları kim yaptırdı? Allah Teala Hazretleri yaptırdı. Böylece Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i himaye etmiş oldu. Hem de bütün yetimlere örnek olarak. Yetimleri teselli ederek. Bakın Allah'ın Resulü de yetimdi. Allah onu himaye etti, korudu. Sizi de korur, bizi de korur, düşüncesini vermek için. Bu ayeti kerimenin açıklamaları var. Çeşitli açıklamaları var, biri de şöyle; Bu ayeti kerimeye şöyle manalar da veriliyor, sevgili kardeşlerim. Allah Teala seni bulup da dalalete düşen ,yani yolunu yitiren, hangi yola gideceğini bilmeyen Kureyş kavmini senin vasıtanla doğru yola iletmedi mi? Allah Teala, seni bulup da senin kavmin olan Kureyş, sapıtmıştı. Yanlış bir yoldaydı, dalâlete düşmüştü. Seni onlara gönderdi, senin vasıtanla onları doğru yola iletti, manasını da vermişler, bazı Alimler bu ayeti kerimeye. Muhtaç durumda olanları senin vasıtanla zengin kılmadı mı? Muhtaç durumda olan nice insanlar sana geldiler. Senden yardım istediler. Ben de sana inamda ihsanda bulundum. Sen de o yoksulları o muhtaçları doyurdun. Besledin. Yetimleri senin himayene vererek onları barındırmadı mı Cenabı Mevla? Allah Teala Peygamber Efendimize kendisine bahşettiği nimetleri hatırlatmaktadır. Okuduğumuz bu ayeti kerimelerde Allah Teala, Peygamber Efendimize sana şunu vermedim mi? Sana bunu vermedim mi? diye sayıp, dökmek suretiyle Peygamber Efendimize lütfettiği inam ettiği ikramları sayıyor, döküyor. Yapılan bu açıklamalardan şunu öğreniyoruz. Duha suresi hakkında islam alimlerinin yaptığı bu tefsirlerden, bu açıklamalardan şunu öğreniyoruz. Allah Teala Hazretleri, Resulü Ekrem'ini çocukluk zamanı da dahil hiçbir devirde ihmal etmemiştir, terketmemiştir. Allah'ın Resulü bir yoksun iken yetim iken, hatta o daha Rabbini yeterince tanımamışken bile Allahu Teala Resulünü terk etmemiştir. Ona hiçbir zaman darılmamıştır. Küçüklüğünden itibaren, korumuş, gözetmiş, sahip çıkmış, terketmemiştir. Beslemiş, ikramlarda bulunmuş kimseye muhtaç etmemiştir. Allah Teala Hazretleri, Resulü Ekrem'ine güçsüz bulunduğu, sahipsiz bulunduğu zamanlarda küçüklüğünde, yetimliğinde böyle sahip çıkmışken, Onu kimseye muhtac etmemişken, Onu üstün vasıflarda donattıktan sonra, peygamber yaptıktan sonra Peygamber olarak onu seçtikten sonra, kendisini hiç terk eder mi? Kafirler ne diyorlar? Rabbi onu terk etti. Daha çocukken, yetimken, kimsesizken Ona sahip çıkan, Onu koruyan, gözeten Rabbi Onu peygamber seçtikten sonra hiç terkeder mi? Böyle bir şey olabilir mi? Ama kafirlerin aklı bunu anlamıyor. Bunu kavramıyor. Çünkü Allah Teala'yı doğru dürüst tanımıyorlar. Resulullah'ı doğru dürüst tanımıyorlar. Onun değerini bilmiyorlar. Onun için, onların böyle garip bir şekilde konuşmaları, saçma sapan sözler söylemeleri, tabiidir. Müellifimiz demişti ki, Duha Suresi'nde Allah Teala, Peygamber Efendimize altı tane ikramı vardır. Duha suresinde, Peygamber Efendimize Allah Teala'nın altı tane ikramda bulunduğunu görüyoruz. dedi Ve bunları saydı. Saymaya başladı. Sonuncusuna geldi diyor ki; Essadisu. Bu ikramlardan altıncısı şudur: Allah Teala, bu surenin son Ayeti kerimesinde Rabbinin nimetini yadet Ey Resul'üm. Rabbinin, Allah Teala'nın sana verdiği nimetleri hatırla, ve onları dile getir, diyor. Fehaddis. Bunları, bunlardan söz et. Bunları anlat. Peygamberlerden, kendisine verdiği nimetleri Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimizden Allah Teala, kendisine verdiği nimetleri yad etmesin, onları zikretmesini, onları ümmetine anlatmasını istiyor. Cenabı Hakk'ın kendisini başka hangi nimetlerle şereflendirdiği onlara söylemesini istiyor. Ve Rabbini övmek suretiyle Onu şükretmesini istiyor Allah Teala. Ey Resulüm beni öv diyor. Beni zikret. Benden bahset. Benim şanımı dile getir. Sana yakışan budur. Ve insanlara bunu anlat, bunu öğret. Onlar da beni yad etsinler. Onlar da beni zikretsinler. Sevgili kardeşlerim, Allah Teala Hazretlerinin bize olan nimetlerini, ihsanlarını biz de yad edeceğiz. Bana şunu verdi, bunu verdi, bu ikramda bulundu, diyeceğiz. Müellifimiz diyor ki, Sahip olunan nimetlerin başkalarına söylenmesi yani Allah Teala bana şunu verdi, bunu verdi, diye insanların Allah Teala'ya sahip olduğu nimetleri zikretmesi o nimeti Veren Allah Teâlâ'ya şükretmesi demektir. Şükrün demekki yollarından biri de bu. Bana bunu verdi Rabbim. Bana şunu verdi Rabbim. Ne ile övünüyorsak. Yahut neler bizi mutlu ediyorsa onu etrafımıza söyleyeceğiz. Bana bunu verdi, bana bunu verdi. Demek ki bunu söylememiz bile Allah'ın nimetlerine şükür oluyor. Bu ayette, bu ayette zikredilen, nimetlere şükretme emri Peygamber Efendimiz'e verilmiş gibi görünüyor. Bu emir sanki sadece Peygamber Efendimiz'e verilmiş gibi görünüyor. Fakat esasen şükür emri Onun bütün ümmetine veriliyor. Hepimize veriliyor. Peygamber Efendimiz bir örnek. Efendimize sana verdiğim nimetleri yadet, zikret, söyle, anlat, demek suretiyle bize de Ey ümmeti muhammed, ben size neler verdim? Bunlara hatırlayın ve bunları konuşun, dile getirin. Kime? Evvela evinizde, aile efradınıza, çocuklarınıza söyleyin ki onlar da öğrensinler. Arkadaşlarınıza söyleyin. Sözünüzün geçtiği, sizi dinleyen başka insanlara da söyleyin. Bunları söylemeniz Allah'ın nimetlerine şükretmek demektir. Kardeş işler nasıl gidiyor? Eh, işte şöyle böyle, diyorlar. Halbuki ne demeleri lazım? Elhamdülillah, çok iyi kardeşim. çok şükür. Bu nimete şükürdür. Öteki ne yapıyor? Şükür etmiyor. Yani bir şeyler kazanmış olsa bile, eh canım, filan. Az diyor. Allah'ın, Allah Teala'nın bana verdiği nimetler az demek istiyor. Bu sözden bu anlaşılır. Öyle değil. Elhamdülillah, çok şükür yani bugün siftah etmiş olmasan bile bana daha önce o kadar bol nimetler verdi ki Rabb'im, bugün de verir, yarın da verir, elhamdülillah. diye müminin Rabbine güvenmesi icab eder. Sevgili kardeşlerim, Allah Teala, Bakara suresinin 152. ayeti kerimesinde Veşkuruli vela tekfurun buyuruyor. Bana şükredin, sakın nimetlerimi unutup nankörlük etmeyin, buyuruyor. Allah Teala Hazretleri. Bana şükredin, size verdiklerinden dolayı bana şükredin. Nimetlerimi unutmayın, nankörlük etmeyin buyuruyor. Peygamber Efendimiz, bize iyiliğini gördüğümüz insanlara bile teşekkür etmemizi tavsiye buyuruyor. Çünkü, insanlara teşekkür etmek Allah'a şükür etmektir, buyuruyor Efendimiz. Yani, sana adam bir şey verdi değil mi? O adama verdiği bu şeyden dolayı teşekkür ediyorsunuz. Teşekkür ederim, Allah razı olsun. Biz böylece Allah Teâlâ'ya şükretmiş oluyoruz. Yani Allah Teala, sana bana ikram etmeni emretti. Sen de bana ikramda bulundun. Bu onun lütfu sayesinde oldu, demiş oluyoruz. Birine teşekkür ederken, bize yemek ikram etti, su ikram etti, ne ise, bir şey, kalem verdi. Ne verdiyse yani. Çiçek verdi, ne verdiyse. En basit gördüğünüz şey. Esasen onu o vermedi, Allah teala ona verdirdi. Sen ona teşekkür etmek suretiyle, Allah Teâlâ'ya şükretmiş oluyorsun. Bunu hiçbir zaman unutmayalım. Mümin, zayıf insandır. Mümin kibar adamdır. Teşekkürler, karşısında, efendim, nimetler karşısında şükretmesini bilir. Vekaletaala. Şimdi müellifimiz bir başka misale geçiyor. Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve sellemin şanını, şerefini Allah Teala nasıl yükseltti? Bunu konuşuyoruz ya. Bununla ilgili Kur'an-ı Kerim'den bir başka misal veriyor. Şifa i Şerifin asıl nüshaların böyle. Fakat bizim elimizde bulunan nüshada Kitabı neşreden zat, Necm suresinin ilk 18 ayeti sizinkiler de yoktur mesela. Sadece ilk ayeti ve son ayeti söylüyor. Anddolsun ki yıldıza, battığı zaman. Allah Teala böyle yemin ediyor yıldıza. Böyle başlayan birinci ayette Anddolsun ki Peygamber Aleyhisselam Rabb'inin varlığını gösteren en büyük delillerden bir kısmını gördü. diye biten 18. ayete kadar Peygamber Efendimizin Miraç'ta kendisiyle olan görüşmesinin bir kısmını anlatmaktadır. Allah Teala burada Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem ile olan görüşmesini anlatıyor. Biz Ayet-i Kerimeleri okumayalım da mealen söyleyip geçelim. Sonra açıklayacağız onları. Bu ilk 18 ayetin, Necm suresinin ilk 18 ayetinin tercümesi şöyle: Anddolsun yıldıza battığı zaman. Allah Teala yıldıza yemin ediyor. Allahu Teala yarattığı büyük şeylere yemin ediyor. Güneşe yemin ediyor, aya yemin ediyor, kuşluk vaktine yemin ediyor, zamana yemin ediyor. Birçok şeye yemin ediyor. Yani onların önemini de bize böylece anlatıyor. Arkadaşınız, yani Resulullah sallallahu aleyhi vesellem, ne saptı, ne de şaşırdı. Arkadaşınız, diyor Allah Teala. Yani sizin aranızda büyüyen, gelişen, Peygamber olan, 40 yıllık hayatını çok iyi tanıdığınız arkadaşınız. Böyle buyuruyor Allah Teala. Ne saptı, ne şaşırdı. O kendi heva, hevesine göre de konuşmaz. Benim peygamberim, canının istediği gibi konuşmaz. İçinden geldiği gibi konuşmaz. Onun söyledikleri kendisine vahyolunanlardan başka bir şey değildir. Peygamberin size anlattıkları, benim kendisine vahyettiğim şeylerdir, buyuruyor Allah Teala Hazretleri. O kendiliğinden konuşmaz. Sevgili kardeşlerim, buraya dikkat buyurun. Allah Teala Peygamberimizi, bize tanıtırken ne buyuruyor? O kendi kendiliğinden konuşmaz. Kendi nefsine göre, hevasına göre konuşmaz. Onun söyledikleri benim kendisine söylediklerimdir. Anlat ümmetine, diye kendisini vahyettiklerimdir. Kendisine, onu yani Kur'an'ı muazzam kuvvetlerin sahibi Cebrail öğretti. Böyle buyuruyor Allah Teala Hazretleri. Ona, yani Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e Kur'an-ı Kerim'i muazzam güçlerin, kuvvetlerin sahibi olan Cebrail öğretti. Ki O Cebrail, üstün bir akıl ve dirayete sahiptir, Böylece Cebrail Aleyhisselam'ın ne kadar güçlü bir melek olduğunu Allahu Teala bizi anlatıyor. O peygambere gerçek haliyle göründü. Kaç kanadı varsa, o kanatları ile birlikte göründü. Hani, ilk vahiy geldiğinde, Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem anlatıyor ya, Bana geldi, İkra diye başlayan ilk beş ayeti getirdi. Çok korktum. Mağaradan çıktım. Nur Dağı'ndan aşağı doğru iniyorum. Bir ses duydum. Ey Muhammed, sen Allah'ın Peygamberisin. Ben de Cebrail'im. Sağa baktım. Semayı kaplamış Cebrail. Sola baktım. Sema görünmüyor, sadece o görünüyor. Her tarafta. karşıma baktım. Her tarafta o. Demek ki, Cebrail Aleyhisselam ne kadar muazzam bir güç ve kudret sahibi ki, nasıl bir yaratılışa sahip ki, Efendimiz, sallallahu aleyhi ve sellem gökyüzünü göremiyor. Onun varlığı her tarafı kaplamış. Bazı zamanlarda, Efendimiz onu gördü. Bir de işte Miraç'ta gördü. Gerçek haliyle göründü. O zaman, ufkun en uç noktasında idi. Sonra indi Cebrail Aleyhisselam. Yaklaştı. Iki yay kadar oldu. Hatta daha da yakın oldu. Iki yayı düşünün. Birbirinin üstüne konmuş iki tane yay. Onlar birbirine ne kadar yakınsa, o kadar Peygamber Efendimize yakın oldu veya bir yayın iki ucu kadar Efendimize yakın oldu. Allah, Celle Celalü, kuluna vahyedeceği şeyi vahyetti O zaman, Allah Teala kuluna ne vahyedecekse, onu vahyetti. Gözün gördüğünü kalp yalanlamadı. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem, neler görmüşse onlar gerçek idi. Kalbi onu yalanlamadı. Gördüğü şeylerin hakikat olduğunu anladı. Onun gördüğü şey hakkında şimdi siz onunla tartışacak mısınız? Allah Teala, böyle buyuruyor insanlara. Kureyşlilere. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin Miraç'ta gördüğü o harikulade hadiseler, olaylar. O harikulade güzellikler hakkında, şimdi siz onunla tartışacak mısınız? Ne biliyorsunuz ki, neyi tartışacaksınız.? Neyi tartışıyorsunuz? Andolsun ki, onu, Cebrail'i başka bir inişinde daha gördü. Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem, Cebrail'i bir başka inişinde daha gördü. Sidre-i müntehanın yanında gördü. Hani Cebrail Aleyhisselam bir yere kadar geliyor, ve Efendimize diyor ki; Burası Sidretül Müntehâ'dır. Ben buradan ileriye geçemem. Bir adım atacak olursam yanarım. Bundan sonra ileri gitmeye sen mezunsun. Yani Allah sana izin verdi, bize izin yok. Ne muazzam şey değil mi? Ey Allah'ın Resulü. Burası Sidretül Müntehâ'dır. Öbür tarafa hiçbirimiz geçemezyiz. Ben bile geçemem. Öbür tarafa geçmeye, Allah Teala ile görüşmeye sadece sana izin verilmiştir. Hadi yürü. Yürü ki, meydan senindir bu gece. Ne güzel anlatmış Süleyman Çelebi. Yürü ki, meydan senindir bu gece. Rabbinle görüşeceksin. Hadi yürü bakalım. Onun yanında da, o Sidretül Münteha'nın yanında da Meva Cenneti vardır. Buyuruyor Allah Teala. Meva Cenneti. Adin cennetini biliyoruz. Firdevs cennetini biliyoruz. demek ki bir de Meva cenneti var, değil mi? Sekiz Cennetten biri de o. Orada o vardır. Meva cenneti vardır. O vakit, sidreyi kaplayan kaplıyordu. Ne kaplıyorsa Sidretül Müntehâ'yı? Bir takım şeyler, olağanüstü görüntüler Sidretül Münteha'yı kaplıyordu. İşte o zaman, göz ne şaştı. Rasulullah'ın gözü ne şaştı, ne de haddinden aştı. Gördüklerini ayan beyan gördü, şaşırmadı. Hep ona baktı. Kime bakıyorsa, bakması gerekiyorsa oraya baktı. Andolsun ki Rabb'inin varlığını gösteren en büyük delillerden bir kısmını gördü. Allahu Teala, 18. ayette de böyle buyuruyor. O gece, Miraç gecesinde Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem, Rabb'inin varlığını gösteren en büyük delillerden bazısını gördü. Allah Teala ne kadarını görmesine izin vermişse, o kadarını gördü. Evet sevgili kardeşlerim. Necim suresinin ilk 18 ayetinin meali bu. Şimdi bunun bir kısmını yer yer müellifimiz açıklayacak. Diyor ki; Müfessirler vennecm, diye başlayan yani andolsun yıldıza, diye başlayan ayet hakkında farklı görüşler belirtmişlerdir. Bu ayeti kerime hakkında, çeşitli görüşler belirtmişlerdir. Necm, ilk bakışta yıldızdır. Çünkü necm, yıldız demektir. Bir başka görüşe göre necm, Kur'an-ı Kerim demektir. Necim, Kur'an olarak kabul edilirse, o takdirde bu ayetin manası şöyle olur: Nazil olduğu zaman Kur'an-ı Kerim'e yemin ederim. Çünkü Kuranı Kerim, müneccemen parça parça nazil olmuştur. Necim, müneccem parça parça. Demek ki, eğer Kur'an-ı Kerim'i ise necm, Allahu Teala parça parça indirdiği Kur'an-ı Kerim'e yemin ediyor demektir. Alimler bunu nasıl anlamışlar? Müellifimiz şimdi onları zikrediyor. Hz. Hüseyin'in torunu var ya, Caferi Sadık diyoruz. Efendim, Oniki imamın altıncısı, şimdi onun görüşünü naklediyor. Caferi Sadık, necmin Muhammed Aleyhisselam olduğunu söylüyor. Bir başka seferinde necmin Resulü Ekrem'in kalbi olduğunu söylüyor. Iki türlü açıklamış. Necim demek, Muhammed Aleyhisselam'dır demektir. Yıldız dediğimiz Muhammed Aleyhisselam'dır diyor. Biir başka seferinde de yine bu Peygamber soyundan gelen alim, Necim demektir diyor, Peygamber Efendimizin kalbidir. Necme, Muhammed Aleyhisselam'ın kalbine yemin olsun manası verilince Vennecmi İza heva, ayetinin manası şöyle oluyor: Andolsun Muhammed'in kalbi, Rabbine meylettiği zaman. Evet. Vennecmi İza heva Muhammed'in kalbi Rabbine meylettiği zaman, onun kalbine andolsun. Necim, bir başka ayet-i kerimede daha geliyor. Tarık suresinin, 3. ayeti kerimesinde de geçiyor necim kelimesi. yıldız kelimesi. Veya Muhammed Aleyhisselam veya Kur'an-ı Kerim, ne mana verilecekse. Bu surenin ilk 3 ayetinin manası şöyle: Andolsun göğe ve Tarık'a. Tarık'ın ne olduğunu bilir misin? Ey Resul'üm Aziz Allah Celle Şanuhu. Tarık nedir, bilir misin? O karanlıkları delip geçen yıldızdır. Evet, Sevgili kardeşlerim. Biz burada kalalım en iyisi. Çünkü yeni başladık bu izaha, Bu kısıma. Biz orada kalalım. İnşallah önümüzdeki ders vevam ederiz. Gördüğünüz gibi, Şifa-i Şerif kitabımızda Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin, Allah katındaki yüce değeri anlatılıyor. Allah Teala Hazretleri, Kur'an-ı Kerim'inde muhtelif ayetlerde, Efendimize yemin ediyor. Efendimizin şanını, şerefini göstermek için yarattığı muhtelif şeylere yemin ediyor. Müellifimiz de bunları tespit etmiş, bize Kur'an-ı Kerim'in içerisinde, Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin denizin dalgaları gibi dalgalandığını adeta gösteriyor. Orada da o var, orada da o va,r orada da Resulullah var. Muhtelif ayeti kerimelerde adı geçmese bile, Peygamber Efendimizin nasıl zikir edildiğini bize göstermeye çalışıyor. Yüce Rabbim hepimizin gönlünü Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellemin aşkıyla, şevkiyle muhabbeti ile doldursun. Hepimizi salih kullarından eylesin. Sıkıntıda bulunan bütün kardeşlerimize yardım eylesin. Filistin'de, Suriye'de, Mısır'da, Irak'ta, Arakan'da, Doğu Türkistan'da, Hindistan'da, dünyanın başka yerlerinde sıkıntı içinde bulunan bütün kardeşlerimize Rabb'im muin ve müzahir olsun. Ve hepimizi de Resulullah efendimizin şefaatına nail eylesin. Amin. Elhamdülillahi rabbil alemin. El Fatiha