1. Bölüm: Yüceler Yücesi Cenâb-ı Hakk’ın Resûl-i Ekrem’in Şân ve Şerefini Yüceltmesi

2. Kısım: Allah Teâlâ'nın, Resûl-i Ekrem'e Beden ve Huy Güzellikleri, Din ve Dünya Üstünlükleri Vermesi

25. Fasıl: Resûl-i Ekrem'in Şemâili

Önceki Ders 10 Nisan 2016
Sonraki Ders 8 Mayıs 2016

DERSİ PAYLAŞ:

Euzu billahi mineşşeytanirracim. Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi rabbil alemin. Vessalatu vesselamu ala seyyidina Muhammedin Ve alihi ve sahbihi ecmain. Kıymetli kardeşlerim. Şemaili Şerif afedersiniz, Şifa-i Şerif dersimize başlıyoruz. Geçen dersimizde Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellemin şemalini okumaya başlamıştık. Bugün yine aynı konuyu konuşmaya devam edeceğiz. Farklı bir açıdan. Meseleyi kısaca hatırlayalım. Hazreti Hasan Hz. Ali'nin oğlu Hz.Hasan, dayısı İbni Hale'ye, İbni Ebi Hale'ye Dayıcığım bana dedemi anlatır mısın diye sormuştu. Dayısı dediğimiz Hazreti Hatice annemizin Peygamber Efendimizden önceki evliliğinden olan oğlu. Efendimizin terbiyesinde yetiştiği için, Efendimizi çok iyi tanıyordu ve onu çok güzel anlatan kimselerden biriydi. Şimdi sözü Hazreti Hasan'a bırakalım. Diyor ki, Dayıma dedim ki, Dayıcığım bana Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellemin nasıl konuştuğunu anlat. Mantık o demek. Nutuk kelimesi de oradan geliyor. Kale, Dayım dedi ki diyor, Hz. Hasan Serveri Enbiya Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem, çoğu zaman hüzünlüydü, mahzundu. Çünkü devamlı Allah'ı düşünürdü. Onun düşüncesi Allah Teala idi. Ve dahat nedir bilmezdi. Devamlı Allah Teala'yı düşünürdü. Efendim. Bu sebeple hüzünlüydü. Ve rahat nedir bilmezdi, yani gerek insanlarla meşgul olmak bakımından, gerek ibadet etmek bakımından efendim, devamlı surette ibadet eder veya insanların dertleri ile meşgul olurdu. Ihtiyaç olmadıkça da, yani konuşma ihtiyacı olmadıkça da konuşmazdı. Çoğu zaman sükut buyurdu Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem. Yani bazıları zanneder ki, Peygamber Aleyhisselatu Vesselam devamlı konuşur. Hayır. Tam aksine. Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem, Allah Teâlâ'yı düşündüğü için, onu zikrettiği için hacet olmadan konuşmazdı. Yani biri bir şey soracak, biri bir derdini açacak. Onun üzerine veya bir olay meydana gelecek onun üzerine Efendimiz Aleyhisselatu Vesselam konuşacak. Fahri Cihan Aleyhi Salevaturrahman Efendimiz, konuşmaya başlardı. Konuştuğu sürece de her kelimenin hakkını vererek konuşurdu. Çünkü çok güzel bir konuşma tarzı vardı. Arapça'yı en iyi bilenlerden biriydi. Kendi ifadesi ile Efsahul Arap'dı. Yani en fasih konuşan. Arapça'yı en düzgün konuşan bir insandı. Fahri Cihan Efendimizin bir özelliğine temas ediyor. İbni Ebi Hale. Diyor ki; Az sözle çok mana ifade ederdi. Bu özelliğe Cevamiu'l-kelim özelliği deniyor. Efendimiz bir Hadis-i Şerifinde buyuruyor ki; Allah Teala bana az sözle çok mana anlatma özelliğini lütfetti diyor. Lüzumsuz, manasız, yersiz bir söz sarf etmezdi. Hep manalı konuşurdu. Ve anlatacağı şeyi de az sözle gayet düzgün bir şekilde anlatırdı. Anlaşmazlıkları bitirecek şekilde konuşurdu. Faslen dediği o. Yani insanlar arasındaki anlaşmazlığı konuştuğu zaman bitirir. Sözünde bir fazlalık da bulunmazdı, eksiklik de bulunmazdı. Lüzumsuz bir şey söylemezdi. Gereksiz bir konuşma yapmazdı. Sallallahu Aleyhi Vesellem son derece nazik, kibar bir insandı. Ince bir insandı, yumuşak huyluydu. Yanında bulunanlara kaba davranmazdı. Onların hatrını kırmazdı. Onları aşağılamazdı, hor görmezdi. Hani biliyorsunuz. O kibirli kafirler, Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellemin yanına geliyorlardı. Biz seninle konuşmak istiyoruz ama şu yanımdaki fakir fukarayı bir dışarı çıkar. Ondan sonra seninle konuşalım diyorlardı. Efendimiz de hayır diyordu. Onları ben çıkaramam. Onlarla beraber, konuşacaksanız onlarla beraber oturun konuşun. Demek ki Efendimiz, hiç kimseye kaba, kırıcı davranmaz, yoksulları, fakirleri hor görmezdi. Allah Teala'nın lütfettiği nimetlere ki onlar ne kadar bize göre değersiz de, olsa küçük de olsa onları önemli görürdü. Saygı gösterirdi, Allah'ın verdiği nimetlere efendim, küçük de olsa, değersiz de olsa saygı gösterirdi. Bizde güzel bir adet vardır ya, ekmek yere düşse hemen alır 3 defa öper, efendim alınlarına korlar. Bu çok hoş bir adettir. Yani Allah'ın verdiği nimete saygının bir göstergesidir. Bu nimettir, Allah vermiştir. demek. Evet bizim Hadis-i Şeriflere uyan çok hoş davranış, davranışlarımız vardır. Hatta bazı atasözlerimiz de Hadisi Şeriflerden alınmıştır. O kısa, öz, veciz atasözlerimiz birer Hadis tercümesidir yani. Elhamdülillah, bizim milletimiz dinimize, Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem'e çok hürmet eden değer veren bir millettir. Rabbim bu özelliğimizi kaybettirmesin. Arkadan gelen yavrularımızı da İslam ahlakıyla yetiştirsin. Fahri Cihan Efendimiz Allah'ın Celle Celalühü lütfettiği nimetlerde kusur aramazdı. Bunun şurası var, burası eksik filan demezdi. Yenilen, içilen şeyleri bu lezzetsiz diye kötülemezdi. Ya bunun da tadı yokmuş, yahu çok da tuzluymuş filan gibi efendim, bizim zevzeklik lerimiz vardır ya böyle. Efendimizde o kesinlikle yoktu. Zemmetmez, kötülemezdi, aşırı şekilde de övmezdi. Ooo, mükemmel ne kadar güzel olmuş falan gibisinden de bunu söylemezdi. Elbette, yani elinize sağlık güzel olmuş filan derdi de, öyle aşırı derecede övmezdi. Ya onda hiçbir aşırılık yoktu daha doğrusu. Dinimizin yapılmasını emrettiği şeyleri uygulayacağı sırada buna aykırı bir şey söylenirse Efendimiz ona çok öfkelendirdi. Mesela Ya Resulallah kısas uygulamak istiyorsun bu insan ama bu soylu bir insandır. Efendim. Buna kısas uygularsan akrabaları çok üzülür. Gelin yapmayın gibi münasebetsiz sözlere çok öfkelenirdi. O şeyi ifa edinceye kadar da öfkesi geçmezdi. Yani sanki lüzumsuz, gereksiz bir şey yapıyormuş gibi, efendim insanların konuşmalarını hazmetmezdi. Bir kimse Fahri Alem Efendimize bir kabalık yapmışsa, bir haksızlık yapmışsa buna öfkelenmezdi. Şahsına yapılan kabalıklara öfkelenmezdi. Ve yapılan bu haksızlıklar dolayısıyla da intikam almaya kalkmazdı. Sen bana şöyle söyledin, sen bana şunu yaptın. Ben de senden bunu acısını çıkaracağım tarzında bir şey yapmazdı. Yani şahsına karşı yapılan kötülükleri, hakaretleri bağışlardı Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem. Diyelim ki bir şeyi gösterecek, işaret edecek. Efendim, bizim yaptığımız gibi yapmazdı böyle. Yani parmağıyla göstermezdi. Eliyle işaret ederdi. Böyle, bu neden böyle, neden şöyle tarzında. Sadece parmağıyla teşehhüdde, eşhedü enla ilahe illallah diyecek kadar kaldırır, illallah derken de indirdi parmağını. Orada kaldırırdı yani işaret parmağını. Bunu biliyorsunuz. Bir şeye hayret ettiği vakit, şaştığı vakit elini böyle çevirirdi. Altını üstüne getirdi. Evet. Elinin iç tarafını böyle semaya gelecek şekilde, Allah Allah filan gibisinden hayretini öyle ifade ederdi. kelimesi yemin olarak da geçiyor bazı rivayetlerde. Konuştuğu sırada sözü ile uyumlu bir şekilde elini hareket ettirildi. Böyle elini hiç hareket ettirmeden durmazdı. Konuştuğu sözle uyumlu olarak, elini hareket ettirdi. Ve bu sırada sağ elinin baş parmağını, sol elinin içine vururdu böyle. Böyle yapardı. Birine, bir şahsa öfkelendiği, kızdığı zaman başını ondan çevirmekle yetinirdi. Birine Kızdı değil mi? Bir şey söylemez, başını çevirir o kadar. Beğenmediği böyle belli olurdu yani. O hareketi beğenmedi böyle. Kırıcı bir söz söylemezdi. Efendim. Evet, birine öfkelendiği vakit başını ondan çevirirdi, o kadar. Bir şey söylemez, sen şöyle yapıyorsun, böyle yapıyorsun demezdi. Sevindiği zaman mübarek başını yere indirirdi. Biz sevinince şımarırız ya, o bunun tam aksine başını, mübarek başını yere indirmekle ihtifa ederdi. Ne güzel bir edep değil mi? Evet. Bu kelime asla ona yakışmaz da yani, şımarma ifadesi. Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem öyle bir şey yapmazdı. Fahri Cihan Efendimiz hiçbir zaman kahkaha ile gülmezdi. Onun kahkaha ile güldüğünü hiç görülmedi. Gülüşü çoğu zaman tebessüm şeklindeydi. Zaten mübarek çehresi hep mütebessimdi. Bir şeye güleceği vakit tebessüm ederdi. O kadar. Ve o gülerken mübarek dişleri dolu tanesi gibi bembeyaz görünürdü. Çünkü devamlı surette, her fırsatta mübarek dişlerini fırçaladığı için öyle pırıl pırıl gözükürdü. Hazreti Hasan dedi ki; Dayımdan öğrendiğim bu bilgileri kardeşim. küçük kardeşim. ki aralarında 1 yaş fark var. Hazreti Hüseyin'e uzunca bir zaman söylemedim. Demek ki çocuklar arasında böyle bir rekabet de oluyor. Ben dedem hakkında çok bilgiler öğrendim diye öğrendiğim bilgileri Hüseyin'e söylemedim bir süre diyor. Daha sonra kendisine anlattım övünmek maksadıyla. Ben neler öğrendim dedem hakkında biliyor musun sen, diye anlattım. Bir de ne göreyim. Hüseyin dayımıza sorup öğrendiğim konuları benden önce öğrenmiş. Çoktan beni geçmiş. Nasıl öğrenmiş? Ben dayıma sormuştum, o babamıza sormuş diyor. Çünkü Peygamber Efendimizi en iyi anlatan iki kişi var. Biri İbn Ebi Hale, Hz. Hasan ona sormuştu, ikincisi Hz. Ali. Her ikisinin de çocukluğu Peygamber Efendimizin yanında geçtiği için Efendimizi biliyorsunuz çocuklar zihinlerine nakşederler, kazırlar adeta bilgiyi. O da peygamber Efendimizi çok güzel tavsif edenlerden biriydi Hazreti Ali. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem bir yere nasıl girer çıkar, bir yerde nasıl oturup kalkar, kardeşim Hüseyin babama bunları sormuş diyor. Görünüşü nasıldır? Ahlakı nasıldır? Efendim bütün bunları daha başka özellikleri Hüseyin diyor babamıza sormuş ve bu bilgileri benden önce öğrenmiş. Bakalım Hazreti Hüseyin babasına neler sormuş, ondan neler öğrenmiş? Şimdi bunları biz de öğrenelim. Şimdi Hazreti Hüseyin sözü aldı, bakalım neler söyledi? Diyor ki Hazreti Hüseyin, Babama Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellemin eve nasıl girdiğini sordum. diyor. Böyle sorular soruyor. Baba, dedem eve nasıl girerdi? Eve girerken nasıl bir tavır izlerdi? Babam dedi ki diyor; Babam dedi ki, Allah Teala Peygamber Aleyhisselam'a özel işleri için istediği hanımının yanına diğer hanımlarından izin almadan istediği zaman girmesine müsaade etmişti. Yani hanımlar arasında, ortaklar arasında, Efendimizin gözettiği bir adalet vardı. Ama şu hususta Allah Teala onu serbest bırakmıştı. Istediği hanımının yanına gündüz gider, onunla konuşur, orada kaylule yapabilirdi. Öğle uykusuna yatar, uyurdu. Diğer hanımlarından izin almadan. İşte bu sebeple, evine girdiği vakit vaktini üçe ayırdı. Diyelim, hangi hanımının evine girmişse vaktini 3 ayırırdı. Neymiş acaba bu ayırdığı, taksim ettiği vakitler? Vaktinin üçte birini Allah Teâlâ'ya ayırırdı. Onu zikretmeye, ona ibadet etmeye ayırırdı. Vaktinin üçte birini ailesine, hanımına, hanımlarına ayırırdı. Üçte birini de kendine ayırırdı. Allah Teâlâ'ya, ailesine ve kendisine olmak üzere vaktini üçe taksim buyuruyor. Tabii bu üçüncü, üçte birde dinlenirdi, şahsi işlerini yapardı. Kendisine ayırdığını söylediğimiz bir zaman dilimi var ya üçte bir. Yani orada hep yatıp uyumaz, dinlenmezdi. Ne yapardı? Kendisine ayırdığı zamanda vaktini diğer insanlarla paylaşırdı. Ya biraz diyelim ki dinlendi, sonra diğer insanlara vaktini ayırırdı. Ne yapardı acaba? Evinde dinlendiği saatlerde, çok yakın arkadaşları onun yanına girerdi, Hz. Ebubekir gibi, Hz. Ömer gibi, Hz. Ali gibi insanlar onun yanına gelirlerdi. Onlar da Resûl-i Ekrem Sallallahu Aleyhi Vesellemden o sırada duydukları, öğrendikleri bilgileri dışarı çıktıkları zaman, orada olmayanları anlatırlardı. Demek ki kendisine ayırdığı o üçte biri dolayısıyla ümmetine ayırmış oluyor. O saatte herkesi kabul etmiyor, dinlenirken. Mesela, ashabının yanında ayağını uzatıp yatmazdı. Ama Hazreti Ebubekir gibi arkadaşları ,Hz. Ömer gibi arkadaşları gelmiş de onların yanında ayağını uzatır, dinlenirdi. Çünkü aralarında herhangi bir teklif, tekalüf yoktu. Böylece sevgili kardeşlerim, Mefhari Mevcudat Efendimiz yakınlarına söylediği bilgileri kimseden esirgememiş oluyor. Çünkü onlar da dışarı çıkıyorlar, şöyle konuştuk, bugün şöyle bir sohbet geçti aramızda diyorlar. Peygamberi Alişan Efendimizin adetlerinden biri, ümmetine ayırdığı zamanda manevi derecesi yüksek olan, yani daha müttaki olan Ashab-ı Kiramını huzuruna kabul etmekti. işte Hz. Ebubekir gibi, Hz. Ömer gibi. Ashabına manevi derecelerinin üstünlüğüne göre zaman ayırırdı. Onun adetlerinden biri buydu. Yani diyelim ki halktan biri geldi, onun zaten soracağı şey bellidir. Cevabını verir gider. Ama manevi derecesi yüksek, takva sahibi, müttaki bir yakını, bir arkadaşı geldiği vakit onunla uzun uzun önemli meseleleri konuşurdu. Şöyle izah ediyor Kadı İyaz. Afedersiniz yani, Kadı İyaz almış da, Hazreti Ali anlatıyor, Hz. Hüseyin'e. Bunu anlatıyor. Bu özel sahabilerin kiminin bir meselesi olurdu, bir mesele sorardı. Kiminin iki meselesi olurdu, kiminin daha fazla, 3 ve daha fazla meselesi olurdu soracağı konular olurdu. Görüşeceği işler olurdu. Allah'ın Resulü bu müttaki sahabilerine vakit ayırırdı. Onlara hem kendilerinin dünyasına ve ahiretine yarayacak bilgileri söyler, öğretirdi, hem de ümmeti Muhammed'in dünyasına ve ahiretine yarayacak efendim, işleri söylerdi. İhtiyaç duydukları şeyleri onlara öğretirdi. Neleri öğrenmek istiyorlarsa onları kendilerine anlatır, öğretirdi. Şöyle buyurdu, yani o özel sohbeti yapıp bitirdikten sonra buyururdu ki; Sohbet bittikten sonra o yakınlarına derdi ki; burada benim yakınlarımda olanlar, benim bu konuşmalarımı dinleyenler benden duydukları bu bilgileri burada olmayanlara anlatsınlar, iletsinler. Yani bu konuştuğumuz sözler, meseleler aramızda kalmasın. Gidin onları başkalarına, Ümmeti Muhammed'e anlatın buyurururdu. Siz aynı zamanda dertlerini, ihtiyaçlarını bana iletemeyen insanlara ulaşın. Çünkü öyle insanlar vardır ki, Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellemin yanına gelmeye çekiniyordur. Derdini anlatmaya utanıyordur. Ama kendi aralarında konuşuyorlardır. Onları bulun diyor Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem, onların ihtiyaçlarını öğrenim ve bana söyleyin. Her şeyi Peygamber Aleyhisselatu Vesselam anlatmazlar, anlatamazlar, utanırlar, mahcup olurlar. Ama birbirlerine söylerler. Benim şöyle bir ihtiyacım var. filan gibisinden. Onları öğrenin, bana anlatın. Ben onların dertlerine derman olayım. buyururdu. İnceliğe bakınız sevgili kardeşlerim. Yani zaten derdim başımdan aşkın demiyor. Sizlerle uğraşıyorum, birçok insanla uğraşıyorum, bu bana yeter demiyor. Bana gelemeyenleri bulun, onların dertlerini öğrenin, gelin anlatın, onlara çözüm bulalım, buyuruyor. Rahmet Peygamberi böyle olur tabi. Çünkü Allah Teala onu alemlere rahmet olarak göndermiş. Kendi rahatını düşünmüyor ki bizim gibi. Bütün vaktini, zamanını efendim, Allah Teâlâ'dan sonra Ümmeti Muhammed'e ayırıyor. Şöyle buyuruyor Efendimiz. Bakınız burada hepimize, hepimize Efendimizin bir duyurusu var. Dertlerini, ihtiyaçlarını yöneticilere iletilmeyen, anlatamayan insanların ihtiyaçlarını kim öğrenir ve onların onları ilgili makama götürürse diyor, derdi var ama kaymakama gidemiyor. Terdi var ama valiye gidemiyor. Yani benim gibi fakiri kim dinler. Kim derdimi dinler, diyor adam mesela. Onların ihtiyaçlarını kim öğrenir ve onları ilgili insanlara götürürse Cenab-ı Hak, o kimsenin ayaklarını kıyamet gününde, ayakların kaydığı sırat Üzerinde kaydırmaz buyuruyor. Ne güzel bir şey değil mi? Insanların dertlerini ilgili makama anlatamadıkları dertlerini kim öğrenir, onların namına aracı olur, ve gider efendim, anlara çözüm bulursa kıyamet gününde ayakların kaydığı sırat üzerinde Allah Teala onun ayağını kaydırmaz, onu sabit kadem eder buyuruyor. Ne güzel bir şey, ne güzel bir şey? Demek ki sevgili kardeşlerim, fakir, yoksul, çaresiz, derdini anlatamayan kardeşlerimizle meşgul olacağız ve onların dertlerine çözüm bulacağız. Hep böyle ilgili makamlardan bahsettik, öyle olmaz da paraya pula ihtiyaçları olur. Bizde varsa vermeliyiz. Yoksa daha fazla imkanı olan kardeşlerimize onun meselesini götürmeliyiz. Veya bizim mahallede şöyle bir dernek var, fakirlere yardım ediyor. Bunun meselesini onlara anlatalım demeliyiz. Allah'ın Resulünün yanında Sallallahu Aleyhi Vesellem acaba neler konuşulurdu? Sadece dinin öğrenilmesi konuşulurdu. Ümmeti Muhammed'in dertleri konuşulurdu, ümmeti Muhammed'in işleri konuşulurdu. Kainatın Efendisi huzurunda kimsenin konuların dışında, faydasız bir söz konuşmasına izin vermezdi. Lüzumsuz meseleler konuşmasını, konuşulmasına izin vermezdi. Onun saati de ayrıydı. Yani ashabın rahat rahat Efendimizin yanında konuşacağı, eski günleri, cahiliye devrinde yaptıklarını, ettiklerini anlattıkları zaman da vardı. O ayrı. Mescidde otururlar, konuşurlardı ama böyle özel zamanlarda lüzumsuz şeyler konuşturmazdı. Bu Hadisin Ravilerinden Süfyan bin Veki var. Hicri 200 47 (247) tarihinde, Miladi 861 tarihinde vefat etmiş bir muhaddis. Küfeli bir Hadis hafızı bu zat. İmam Tirmizi ve İbni Mace'nin de hocası aynı zamanda. Onun rivayet ettiğine göre, Hazreti Ali şöyle demiştir: Orada, onun rivayetinde şöyle bir farklılık var. Ashab-ı Kiram, Peygamber Sallallahu Aleyhi Vesellemin huzuruna ondan ilim öğrenmek için girerlerdi. Oradan çıkarken de ilmin tadını almış olarak, ruhlarını beslemiş olarak çıkarlardı. İlme doymuş olarak, onların her biri kitap ve sünneti anlamış ve öğrenmiş birer alim olarak Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellemin huzurundan çıkarlardı. Sevgili kardeşlerim, Büyüklerimizin, İslam büyüklerinin söylediği şöyle bir söz vardır. Evliya vardır ki, yıllarca uğraşır, gayret eder, sarf eder, gayret sarfeder, ibadet eder. Ancak belli bir zamandan sonra evliya mertebesine, veli mertebesine ulaşır. Ama Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'i kısa bir zamanda gören kişi o dereceye ulaşır. Çünkü o farklı bir insan. Onun sohbetinde bulunmak ayrı bir meziyettir ve insana büyük zenginlikler kazandırır. Hz. Hüseyin'i dinliyoruz; Babama dedim ki diyor Hazreti Hüseyin, Babacığım İki cihan Güneşi Efendimiz evden dışarı çıktığı zaman, insanların arasında bulunduğu zaman, neler yapardı? Insanların arasında, biraz önce evdeki halini gördük. Acaba insanların arasına karıştığı vakit, orada ne yapardı? Bana bunları anlatır mısın? diye sordum diyor. Babam dedi ki diyor; Nebiyyi Ekrem Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimiz insanlara faydalı olacak sözler söylerdi diyor. Faydasız sözler söylemezdi. Faydalı sözler söylerdi. İnsanların işine yaramayacak sözleri ağzına almazdı. Ashabı ile kendisini kaynaştıracak, aralarındaki sevgiyi, muhabbeti çoğaltacak sözler söylerdi. Aralarının açılmasına, soğumasına yol açacak sözleri söylemezdi. Muhabbeti, sevgiyi geliştirecek, besleyecek sözler söylerdi. Her kabilenin saygın, önde gelen insanlarına ikram ederdi, değer verirdi. Şimdi o devirde kabilecilik de var ya. Efendim. Kabilenin başkanına hürmet etmek, değer vermek, bütün kabileye değer vermek olarak görülüyor. Onun için Efendimiz kabilenin ileri gelenine değer veriyor, Efendim, onları başkan yapıyor. Kabilesine Başkan tayin ediyor. Müslüman olduktan sonra onlar, çünkü yani yönetici olarak Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem, eğer aynı adamı kabilenin başına tayin edecekse, seni yine kabilenin başına efendim, başkan tayin ettim buyuruyor veya falanı kabilenizin başına getirdim buyuruyor. Hallerini, tavırlarını, hareketlerini beğenmediği yöneticilere karşı Müslümanları uyarırdı. Onlara karşı dikkatli olmalarını tavsiye ederdi. Peygamberler Sultan Efendimiz kimseden tebessümünü esirgemezdi. Güzel sözlerini, güzel davranışlarını kimseden esigremezdi. Ama huylarını beğenmediği kimselere karşı daha dikkatli davranırdı. Daha titiz davranırdı. Mesela bir adam kabilesinin içinde beğenilmeyen bir adam. Huysuz bir adam. Kavgacı bir adam, Efendimizin yanına geleceği vakit, Efendimizin yanında da bazı sahabileri var. O adam hakkında bilgi verirdi. Bu adamın şöyle olumsuz bir tarafı var. Dikkat edin, buyururdu. Ashabını onlara karşı uyarırdı. Mescidde göremediği ashabını soruştururdu. Falanı göremiyorum, nerede? Hasta mı, bir bilginiz var mı? Niye göremiyorum, niye gelmiyor? buyururdu. Halkın arasında olup bitenleri, yaşanan Hadiseleri sorar öğrenirdi. Neler oluyor? Yönetici olarak bunları bilmek isterdi. Yani her şeyin yolunda gidip gitmediğini, Ashab-ı Kirama soruyor, öğreniyor ve ona göre tavır alıyor. Toplumda olup biten hadiselerin iyi olanlarını, yani iyi olayları takdir eder, güzel olmuş, iyi olmuş diye tasvip buyurur. Takdir buyurur. Iyi ve güzel olduklarını söyler, kötü ve yanlış olan işlerin dekötülüğünden bahsederdi. Yani bu olmamış bu doğru değil, bunu yapmamak lazım buyurur ve ashabını o kabil davranışlardan uzak durmaya teşvik ederdi. Ne yaparsa o işi ölçülü yapardı. Işlerinde ölçüsüzlük yoktu. Yaptığı hiçbir iş, söylediği hiçbir söz daha önce yaptıklarına veya söylediklerine ters düşmezdi. Sözleri de birbiriyle uyumluydu. Davranışları da birbiriyle uyumlu. Yani bugün şöyle yaptı, yarın böyle. Yok öyle bir şey. Bugün şöyle bir şey söyledi, daha evvelde başka türlü söylemişti. Bunu kimse iddia edemez, söyleyiniz. Insanların zaaflarını çok iyi bilirdi, zayıf taraflarını insanların çok iyi bilirdi. Yapmaları gereken din ve dünya işlerini ihmal edebileceklerini dikkate alırdı. Olması gerektiği şekilde yapmayabileceklerini dikkate alırdı. Onun için kendilerine, kendilerini sık sık uyarırdı. Şöyle yapın, böyle yapın gibisinden. Görevlerini onlara hatırlatırdı. Dünya ile ilgili olsun, ahiret ile ilgili olsun her zor işe mutlaka bir çözüm yolu bulurdu. Yani halledemediği bir mesele olmazdı. Ahiretle ilgili bir şey sorulmuş. Ama bilmiyor. Beklerdi. Cebrail Aleyhisselam gelir, ona o meseleyi öğretir, o da açıklardı. Şunu kim sormuştu falan? O meselenin cevabı budur buyururdu. Yani hiçbir şey cevapsız kalmazdı. Neyi yapması gerekiyorsa onu kusursuz bir şekilde yapardı. Olması gerekenin dışına çıkmazdı yani. Nasıl yapılması gerekiyorsa onu o şekilde yapardı. Peygamberi Alişan Efendimizin yanında bulunan insanlar, insanların en hayırlılarıydı. Onun devamlı surette yanında bulunanlar, insanların en hayırlılarıyıdı. Resul-i Ekrem Sallallahu Aleyhi Vesellem kimleri en hayırlı kabul ederdi? Kimleri en faziletli sayardı? Başka insanlar hakkında iyi şeyler düşünen insanları hayırlı insan, faziletli insan sayardı. Yani bir insan, diğer insanları seviyor, onları takdir ediyor, onların hakkında iyi şeyler düşünüyorsa, onu takdir ederdi. Onu yanına çağırdı. Ona yer verirdi yanında. Kimleri Efendimiz Aleyhissalatu Vesselam en üstün mertebede görürdü? Fakirleri, yoksulları en çok kim himaye ediyorsa. Fakirlerin, yoksulların elinden kim en çok tutuyorsa, o adama değer verirdi. Onları himaye edenlere değer verirdi. Hayırlı insan olarak görürdü onları. Yoksullara, fakirlere, kimsesizlere, dullara, yetimlere en uzatan insanları takdir eder ve onları, onlara yanında yer verirdi. Hz. Hüseyin konuyu değiştirdi. Başka bir şey soruyor. Diyor ki Hz. Hüseyin babama, Peygamber Aleyhisselam ashabıyla otururken ne yapardı? Ashabı ile beraberken ne yapardı? Bu esnada adetleri neydi? Bunu merak ettim ve bunu sordum babama diyor. Babam da bana şu cevabı verdi. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem otururken de, kalkarken de Allah'ı zikrederdi. Otururken, kalkarken hatta yatağında bir Yandan bir yana dönerken, Allah'ı zikrederdi. Bir yerde otururken, kendisine özel bir yer ayırmazdı. Yani baş köşeyi bana ayırın demezdi, öyle bir adeti yoktu. Ve ashabının böyle bir şey yapmasına da izin vermezdi. Şöyle buyur Rasulallah diye yani baş köşeyi göstermelerine bile izin vermezdi. Nerede boş yer varsa oraya otururdu zaten. Şimdi cümle onu ifade ediyor. Bir yere gittiğinde nerede bir boşluk varsa hemen oraya otururdu. Baş köşeyi göstermeye çalışanları da papmayın, etmeyin derdi. Öyle buyururdu. Onları bu hususta da terbiye ederdi. Çünkü mesele sadece kendisi değil ki, o ashabını eğitiyor. Onların öğretmeni, yani siz de böyle yapın. Siz de aranızda birilerini illa baş köşeye getirmeye çalışmayın, o da boş bulduğu yere oturmaya alışsın. Bunu bir alışkanlık haline getirsin. Bunu istiyor Peygamber Efendimiz. Şimdi adam geliyor, Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellemin yanına oturuyor ya, ona öyle iltifat ediyor, hatrını öyle soruyor ki, adam şu kanaate varıyor. Peygamber Aleyhisselatu Vesselam'ın en sevdiği adam benim. Hepsi böyle yani. Onunla meşgul oluyor, halini hatırını soruyor, çoluğunu çocuğunu soruyor. Güleryüz gösteriyor. Ve adam öyle bir intibaya kapılıyor ki, beni çok seviyor. Hatırlar mısınız daha evvel okumuştuk Amr İbni As, da böyle bir vehme kapılmış. En çok beni seviyor, demiş. Sonra sormuş, Ya Resulallah, en çok sevdiğin kim? Aişe. Ondan sonra kim? Babası. Ondan sonra sevdiğin kim? Ömer. Başlamış Efendimiz saymaya, Kendine sıra gelmiyor. Sustum diyor. Utandım, sustum diyor. Demek ki diyor biz çok gerilerdeyiz. Halbuki ne zannetmişti o? Bir adam geldi. Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellemin yanına oturdu. Meselesini sordu Meselesini de halletti Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem. Ama adam kalkıp gitmiyor. Adam gücenmesin diye Efendimiz işi olmadığı halde kalkıp gitmezdi. O kalkıp gitsin, ondan sonra ben kalkayım diye düşünürdü. Şu inceliğe bakınız, şu zarafete bakınız sevgili kardeşlerim. Insan gönlüne verdiği değere bakınız. Insan gönlü çok azizdir. Efendimiz de öyle buyuruyor ya, Kabe'ye hitaben. Sen Allah katında çok değerlisin, ama insanın gönlü senden, insanın kalbi senden daha değerlidir. Böyle işte sevgili kardeşlerim. Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem, böyle bir insan. İnsana değer veriyor. Demek ki biz de öyle olmaya gayret edeceğiz. Insanlara, kardeşlerimize önem vereceğiz. Hatırlarını sayacağız. Onları kırmayacağız. Üzmeyeceğiz, gücendirmeyeceğiz, adam yerine koyacağız. Müminin huyu budur, böyle olmalıdır. Çünkü bizim örneğimiz Efendimiz. Allah Teala ne buyuruyor? Allah'ın Resulünde sizin için alacağınız dersler, örnekler vardır buyuruyor. Biz bunları niçin okuyoruz? Bu bilgileri niçin okuyoruz? Efendimiz gibi olmaya gayret edelim diye. Bu bilgileri buraya, bu kitaplara alanlar niye almışlar? Ümmeti Muhammed, Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellemi dikkatle takip etsinler, onu kendilerine örnek alsınlar diye. Onun için benim güzel kardeşlerim. Sık sık söylüyorum, diyorum ki Hadisi Şerif okumalıyız. Bol bol Hadisi Şerif okumalıyız. Yüce Rabbim hepimizden razı olsun. Hepimizi salih kullarından eylesin. Oğullarımızı, kızlarımızı, torunlarımızı, yakınlarımızı salih insanlardan eylesin. Sıkıntı içinde bulunan bütün kardeşlerimize, dertli kardeşlerimize, hasta kardeşlerimize Rabbim muin ve müzahir olsun. Hasreten Filistin'de, Suriye'de, Irak'ta, Mısır'da, Libya'da, Yemen'de, Arakan'da, Doğu Türkistan'da ve dünyanın başka yerlerinde kafirlerin, zalimlerin zulmü altında inleyen kardeşlerimize, Rabb'im yardım eylesin. Onları kurtarsın. Bizleri de Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellemin şefaatine nail eylesin. Amin VElhamdülillahi rabbil alemin El Fatiha.